Biyografi

SHV_9090Op. Dr. Oktay Aydemir

1956 yılında Konya ili Taşkent ilçesinde dünyaya geldim.

İlkokulu Konya İsmet Paşa İlkokulunda, ortaokulu İstanbul Mahmut Paşa Ortaokulunda bitirdim. Lise öğrenimimi Pertevniyal Lisesinde tamamladım.
1975 senesinde girdiğim İstanbul Tıp Fakültesinden 1981 yılında mezun oldum.
1983-1984 yılları arasında Eğridir Komando Okulunda askerliğimi yaptıktan sonra 1985 senesinde mezun olduğum İstanbul Tıp Fakültesinde Kadın Hatalıkları ve Doğum Anabilim dalında ihtisasa başlayıp 1989 senesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı oldum.
1989-1991 yılları arasında Giresun Alucra Devlet Hastanesinde çalıştıktan sonra İstanbul’a döndüm.

1991 senesinde hem mesul müdür hem Kadın Doğum Uzmanı olarak çalıştığım ATAKENT TIP MERKEZİNDE halen çalışmaya devam etmekteyim.
Evli ve iki çocuk babasıyım.


Konya’da Kadınlar Pazarı vardır, Kapı Camisine yakın…

Köylü kadınların ürettiklerini getirip rahatça satabilmeleri amaçlanarak kurulmuş bir pazardır. Şimdilerde biraz kozmopolitleşmiş olan bu içi avlulu yer; bir zamanlar daha yaklaşır yaklaşmaz salatalık, domates ve özellikle o meşhur küflü peynir kokuları ile kendini belli ederdi.

Toksanız bile cebinize göre mutlaka alışverişe başlanırdı. Satıcı kadınların Konya’ya özgü şiveleri ile kendinizi sohbete bırakırdınız. İşte, o pazarın hemen yanındaki bir binada aynı zamanda hemşehrimiz yani Taşkent’li  olan doktor Alaaddin Serter amcamızın muayenehanesi vardı. Almanya’da çocuk hastalıkları dalında ihtisas yapmış ve sonrasında Konya’da serbest muayene hekimliği yapıyordu. Ben ve kardeşlerim hasta olunca onun yazıhanesine(O zamanlar halk muayenehane için böyle derdi) gider ve ona görünürdük(Yine o zamanlar muayene olmak değil, görünmek terimi kullanılırdı). İşte ne zaman muayeneye gitsek,  ilkokul mezunu bile olmayan annem; Alaaddin Serter amcaya, “Oktay da doktor olacak amcası” der dururdu. Yetmez, yol boyu “Büyüyünce ne olacaksın oğlum?” sorularına “Doktor olacağım” cevabı verilince çok mutlu olurdu. Hatta, sonraki yıllarda, İstanbul’a taşınma projeleri konuşulmaya başlandığında; “Oktay doktor olacak ve Konya’da tıp fakültesi yok, ondan dolayı İstanbul’a gidelim” diye savunurdu. Hırslı ve zeki bir Anadolu kadını olan Zeliha hanım, ekonomik gerekçelerle mi insani gerekçelerle mi yoksa sosyal mevki amacıyla mı isterdi bilmem, Tanrı bilir ama ektiği okuma tohumu yeşerecekti.

Lise bitiminde veterinerliği kazanmıştım, “Gitmeyip dersaneye kaydolayım sonraki ÖYSY’ye hazırlanayım!” isteğime karşın, babam “Okuluna git, seneye şansını dene”  deyince; Zeliha Hanım, meşhur yastık ya da yatak altlarında biriktirdiği paraları bir çırpıda çıkarıp, Gökşen Dersanesi’ne kaydımı yaptırmamı sağlamıştı.Ve çocukluktan itibaren atılan doktor yani hekim olma ideali, 1975 senesinde istanbul Tıp Fakültesini kazanma ile tomurcuk verdi.

1981 yılında biten okul yılları birbirine düşman edilen iki fedakar gençlik grubunun harala güreleleri ile geçti. Tıbbiyede okusa da o gençlik, ülkenin sorunları ve çözümlerini o kadar içselleştirmişlerdi ki, tepkiler bazen kavga ve cinayetlere kadar giderdi. Sosyal özelliklerden ziyade ideolojik özellikler ile arkadaşlıkların kurulduğu yıllardı. Ancak bizim zamanımızda okuyan arkadaşlar sonraki yıllarda mutlaka çok başarılı kariyerlere imza attılar. Özgürlük bahçesine sağdan ve soldan bakanlar karşı tarafı ihanetle suçlarken, “Yurdunu kendinin daha fazla sevdiği” savı ile tepki koyuyorlardı. Tek hataları vardı, empati yapmıyorlardı.

Tanrı, askerlik yıllarımda Eğridir Komando Okulunu nasip etti. Çok güzel günler geçirdim askerlik süresince. Dağ Komando Okulu ne masa başı yeri ne de kebap yerdi. Özellikle “Hayatı idame eğitimleri ve Elmalı İlçesine intikal sonucu yapılan tatbikatlar ile Camili Yayla’daki kış eğitimleri hala burnumda tüter. Bir gün yaşlanınca çocuklarıma anlatacağım o kadar çok anım oldu ki bilemezsiniz.

Askerlik görevi bitince, her doktoru bekleyen ihtisas yapma idealim İstanbul Tıp Fakültesinde gerçekleşti. 1985 yılında girdiğim Kadın Doğum Kürsüsündeki Uzmanlık eğitimim 1989 martında son buldu. Halk ve öğrenciler arasındaki bilinen haliyle Çapa Kadın Doğum Kliniği çekirdeği olan Çapa Tıp fakültesi gibi önce İNSAN yetiştirme kavramının yazılı olmadan uygulandığı bir klinikti. Özellikle Prof. Dr.Cevat Babuna, Sinan Abi(Prof. Dr. Sinan Berkman), Ergin Abi(Prof. Dr.Ergin Bengisu), Önay Abla(Prof. Dr. Önay Yalçın), Atıl Abi(Prof. Dr. Atıl Yüksel), Hasan Abi(Prof. Dr. Hasan Serdaroğlu) ve diğer hocalarımız ve ağabeylerimizden çok şey öğrendim. Hepsine minnettarım. Her şey çok güzeldi ama asistan odası muhabbetleri bambaşkaydı. Çok ciddi anlarımız olduğu gibi, kahkahalarla güldüğümüz, gözyaşlarımızı hıçkırarak akıttığımız anlar da oldu. Müjdeli bir dal olan Kadın Doğum dalı nadiren ölümleri yaşar. İşte o anlar hem yıkıcıdır hem de özeleştiri içinizi kavurur.

1989 senesinde biten ihtisasım ile birlikte aldığım kadın Doğum Uzmanlık diplomam ile ilk gittiğim görev yerim Giresun İlimizin bir dağ ilçesi olan Alucra’ydı. Doktorluk yapman yanında, yaklaşık 1.5senemin geçtiği Alucra’da Hastane bahçesinin duvarlarını yaptırtmış ve bahçeyi ağaçlandırarak ameliyathaneyi mezarlık manzarasından kurtarmıştım. 1.5 senelik mecburi hizmet süresi sonunda bir torpil bulamadığım için İstanbul’a tayin yaptırtamamıştım. Ben devletime sözümü tuttuğum halde devletim bana sözünü tutmamıştı ve istifa edip serbest çalışmaya başlamıştım. İşte tam bu noktada kader beni eski adıyla 1Mayıs yeni adıyla Mustafa Kemal Mahallesine götürdü. Orada küçük bir Tıp Merkezi açmıştım. Yaklaşık 23 sene Mesul Müdürlük ve Kadın Doğum Uzmanlığı yaptığım bu mahallede o kadar çok iyi insan tanıdım ki, anlatamam. Dışarıdan girilmesi korkulan bir mahalle gibi görünen o mahallede o kadar çok PIRLANTA İNSAN VAR Kİ.

Bir öykü olarak anlattığım yıllarımın 2014 senesi kavşağında Tıp Merkezimizi kapatıp muayenehaneye döndüm. Binanın iskan meselesi olunca, yeni yerimize taşındım. Hemen hemen tüm doktorlar okur ve bilgilidir. Biz onlara ilaveten insan malzemesine katık olmak amacını güdüyoruz.

İyilik yapma heveslerimiz limitli ya da sınırlı değil. Gariban bir insanın can-ı gönülden Allah razı olsun’unun parayla ya da çekle karşılığı olmadığına inanıyoruz. Ve Tanrı ömür verdiği ve beynimiz müsaade ettiğince yürüyeceğiz bu ulvi yolda. Tabi ki hatalarımız da olacaktır. Ama birincil amacımız hastamıza zararlı olmamaya çalışmak olacaktır.